Zengin Yeni Dünya

Sefa Üzgül
3 min readApr 20, 2021

--

Kuşların cıvıltısıyla irkilerek yatağımdan doğruldum. Güneşli bir güne perdelerimi açmak için pencereye yöneldim. İlginçtir ki son zamanlarda hep güneşliydi günler. Dünya yeni bir bilimsel keşfin yarattığı tazelikle güneşli günlere açıyordu perdelerini. Bu sabah hangi bitki çayını yudumlayacağımı geçirdim kafamdan. Sonunda da verdiğim kararla uzlaştım. Neredeyse bir aydır çalışmıyordum. Gidecek bir işim yoktu artık. Hatta nüfusun yüzde 85’i de benimle beraber çalışmaya uzun süreli bir ara vermişe benziyordu. Ekonomik bunalımlardan yarını göremez olan halimiz değişmişti. Bizi yalnızca doyurmaya yetecek işlerimiz için kendimizi parçalamayalı tam bir ay olmuştu. Dünya “soğuk füzyonun” hayatımıza kattıklarının etkisiyle bilim insanlarını tanrılaştırıyordu. Soğuk füzyon neydi peki? İnsanlar günlerce bu sorunun cevabını özümsemeye çalıştılar. Yaşamlarının, gezegenlerinin ve medeniyetlerinin kurtarıcısı bu nükleer tepkimeye tanrısal bir olay gözüyle bakıyorlardı. Soğuk füzyon, milyonlarca derecelik sıcaklıklarda gerçekleşen “sıcak” kaynaşmaya göre çok soğuk bir ortamda gerçekleşebileceği varsayılan bir çekirdek tepkimesidir. Fakat alelade bir olay değildir. Hem de hiç… Soğuk füzyon ile insanlar laboratuvarlarda üretilebilen sürekli bir enerji kaynağına sahip olmuşlardı. Hiç bitmeyen bir kaynak! Bu hadise, her bilimsel keşif gibi ilhamını yine evrenin kendisinde bulmuştu. Güneşteki ısı ve ışık veren tepkimeleri örnek almıştık kendimize. Güneş, yörüngesindeki gezegenleri adeta bir anne gibi ısı ve ışık ile besliyordu. Biz de insanlık olarak bilim insanlarımız tarafından üretilen enerji ile besleniyorduk. Fabrikaları işleten, toplu taşıma araçlarına yol aldıran, teknolojik aletlerinizi çalıştıran ve aklınıza gelecek elektrik ile çalışan her sistemi işleten türden bir enerji insanlığın avuçlarındaydı. Ekolojik ve yenilenebilir bir enerji üretimi başlamıştı. Sanayimiz fiziki insan gücüne ihtiyaç kalmaksızın gelişti. Birçok iş sektörü artık geçerliliğini yitirdi. Dünya artık zengin bir gezegendi. Enerji zengini bir gezegen! Ve bu zenginliği sağlamak, laboratuvarlarda elementleri birkaç dakika içinde tepkimeye sokmak kadar basitti. Doğa ananın müteşekkir olacağı türden bir bilimsel devrimdi bu bahsettiğim ve şimdi medeniyetimizin insanları hiç yorulmadan bolluk ve refaha erişebiliyorlardı. Dünya artık açlık ve fakirliğin olmadığı bir gezegendi ve insan türü ilk defa varoluşa karşı başı bu kadar dik görülmüştü.

Düşünceler kafamı meşgul ederken kahvaltımı hazırlamak için mutfağa yöneldim. Benden üç saat önce uyanmış karım çizdiği resimden kafasını kaldırarak bana “Günaydın sevgilim” dedi. “Evet! dünya parıltının olduğu güzel bir yerdi” diye düşündüm. Elinde fırçasıyla favori jazz şarkısını dinleyen eşim çizdiği tabloyu bana gösterdi. “Bayıldım” dedim. Ekonomik sıkıntılardan kafasını kaldıramadığı o geçmiş günler, eşimdeki sanat parıltısını çalmıştı. Geç saatte işten eve gelen, uzun saatlerini yolda geçiren ve faturalarının az gelmesinden başka hiçbir hayali olmayan eşim, artık ışıl ışıl gözlerle bana bakıyordu. Şu günlerde kafasını meşgül eden tek şey; şu bulutları hangi tonda bir maviye boyayacağı sanırım. Gelişiyorduk! İnsan olmaya zaman ayırıyorduk. Özgünlüğe vakit vardı ve hepimiz karakterlerimizi inşa edebilecek kadar çok zaman ayırıyorduk kendimizi tanımaya. Devletlerin savaş için yeterli bir motivasyonu yoktu artık. Çocukların savaşı ve şiddeti hiç tanımayacağı bir dünyaya uyanıyorduk. Ne büyük bir onur!

Karımla kahvaltımızı hızlıca yapıp pikniğe gitmeyi kararlaştırdık. Gri kentin depresif insanları bu sefer her zamankinden neşeliydiler. Trafikte huzurla ilerliyorduk. İnsanların birbirlerine olan hoşgörülerinin arttığı görülebiliyordu. Toplumda öfke azalmıştı. Aracımızı uygun bir yere park ettikten sonra çimenlerde oturanları selamlayarak kendimize bir yer seçtik. Örtümüzü serdik ve şaraplarımızı çıkardık. Buradan narin narin dalgalanan gölü görebiliyorduk. Ruhumuz, doğanın güzellikleri karşısında daha da iyileşiyordu.

“Şerefe” dedim.

“Şerefe” diye karşılık verdi doğa, tenimi ufak bi rüzgar ile okşayarak. Bir kuş kondu yakınımıza. Meğerse ekmeğimizden düşen kırıntıları gözüne kestirmiş.

“İnsanlıktan çıkmış ve doğayla bağımızı yitirmiş gibi gözükmüyor muyuz Ollie? Gökyüzüne bakınca bir şey hissetmemek ne acı. Depresyonun karanlık ellerinde boğazlanan bir yığına dönüşmek, robotlaşırken insan yanına eziyet çektirmek, ruhunun sancılara kapılması, bir düzenin içinde kaybolup gitmek için sıranı beklemek, ölüp gitmek ve yaşadım sanmak… Galiba artık mutluyuz, değil mi?” dedi karım gözlerini uzaklara sabitleyerek. Büyük bir gülümsemeyle karşıladım tüm söylediklerini. Nihayetinde bir savaştan çıkmış ve kimliklerimizi geri almış sayılırdık. İnsan olmaya dedim kadehimi kaldırarak. Sistemlere ve devletlere rağmen insan olmaya!

Tüm bunlar olurken güneş, zengin yeni bir dünyanın üzerinde parlamaya devam etti. Tekrar ve tekrar…

--

--

No responses yet